Bedrettin yiğitleri ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu toprağın sonu
Fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Oysa ki onlar bu toprağı,
Bu kayalardan bakanlar, onu,
Üzümü, inciri, narı,
Tüyleri baldan sarı,
Sütleri baldan koyu davarları,
İnce belli, aslan yeleli atlarıyla
Duvarsız ve sınırsız
Bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.
Bedrettin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına çıktılar.
Dikişsiz ak libaslı ,
baş açık ,
yalınayak ve yalın kılıçtılar.
Mübalâğa cenk olundu.
Aydın’ın türk köylüleri,
Sakızlı rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
On bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafa’nın
Düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Göğsümde dört kurşun yarası,
Göğsümde dört pencere.
Bir tanesi bile kalmasın kapalı,
Bir damla kan bile düşmesin toprağa,
Silerlerse burdan bir gün burdan bu kanı,
Kalk ayağa kuş ol, beni şakı.
On binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Yenenler, yenilenlerin
Dikişsiz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
Hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne Sarayı’nda damızlanmış atların
Eşildi nallarıyla.
Ve teker teker,
Bir an içinde,
Omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
Yüzleri kan içinde
Geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
Geçer aydın ellerinden karaburun mağlûpları..
Göğsümde dört kurşun yarası,
Göğsümde pencere.
Bir pencere, hürriyet yaylasına,
Bir pencere, kardeşlik ormanına,
Bir pencere, mutluluk denizine,
Bir pencere, dünya bahçesine.